Ana içeriğe atla

ÖLÜM VAR, ÖYLEYSE YAŞAYALIM 

 Çok yoğun bir günün ardından oradan oraya koşturmuş, bir sürü sıra beklemiştim. Sabahtan beri aç olduğum için karnımı doyurmak adına bir yerlere girdiğimde kendini bilmez bir adamın çocuğunun yanında karısına bağırmasına şahit oldum. Şehir, modernite, herkes çok mu mutlu gibi şeyler düşünüyordum o sırada. Birden bütün düşüncelerim o tek gerçeklikle yıkıldı. Benim müdahale etmem ve etmemem sorunsalı etrafında düşünürken çok öfkelendiğimi ve bu öfkeyle kalkarsam zararla oturacağıma karar vermiştim ki kadın müdahale etti; bağırma diyerek. Neyse işte ardından bir hat taşıma işlemi yüzünden babamı meşgul ettiğim ıvır zıvırlarla babamla aramız gerilmişti. Kafamda bütün bunlar ile yolda yürüyordum. Hayat acımasızdı ve ben yalnız...

Yürüyüşüm devam etti. Kulakığımı takmıştım. En sevdiğim alacakaranlık vakitlerinde camekan önlerinden akıp geçiyordum. Yürüdüm, yürüdüm. Düşünceler çok uzaklaşmıştı. Önce tatlı bir rüzgar esti. Sonra önüme çok hoş şehir manzaraları düşer oldu. Bir iki fotoğraf çektim, düşüncelere daldım. O sırada anneme her şey yolunda mı anlamında parolamızı sordum ve yeşil ışık cevabını aldım. Ben yanlış anlamıştım demek ki. Hatta beni aradılar yolunda olduğunu göstermek adına. Kafam nasıl bozulduysa birden bire aniden öyle neşelenmeye başladım. 

Birdenbire bir yaşam ışığı doldu içime. Sokak lambalarının loş ışığında caddenin gürültüsü, yüzümü okşayan rüzgar, bacağıma dolanan kedi ve köşede sigara içen gençler...  Her şey ahenkli bir müziğin tek bir notası gibi sıralanmıştı. Şehrin üstünden geçen üst geçide girdiğimde karşıdan yeni açılmış lunapark görülüyordu. Yine güzel bir fotoğraf yakalamıştım. Lunapark mevsimi yeni başladığından bir kısım erkenciler yığılmışlardı mekana. Köşede pamuk şeker satan amca ve küçük seyyar dükkanından gelen arabesk müzik o garip havayı tamamlıyordu. Pamuk şekerler bana kız kardeşimi ve yeğenimi hatırlattı. O sırada telefonuma baktım. İyi olup olmadığı sormak için bir arkadaşım mesaj atmıştı. Bugün güzel bir gündü. Akşam ılıktı. İnsanlar iyiydi. Dünya güzeldi belki de. Biraz dünya sarhoşu oldum. Eve döndüğümde hiç izlemediğim o televizyonu açtım. Kahve, sigara ve hiçbir şeyi düşünmeden uzanmak...  Neredeyse uyuyacaktım ama bir de hafiften tatlı tatlı yağmur yağmaya başladı. Şimdi bunları yazmaya iten de o yağmur sesi oldu. 

Çok gergin olduğum, hak arayışları ve geçmiş hesaplaşmaları peşinde koştuğum günler geçirirken böyle bir akşam gerçekten beni mutlu etti, sarhoş etti. Uzun süredir hiçbir şeyi düşünmediğim bir akşam geçirmemiştim. Belki çok kızdığımız, hesaplaşmalar yaptığımız bizi yaralayan şeyleri bırakıp sevdiklerimize sıkı sarılmak zamanıdır. Onların fotoğrafına uzun uzun baktım. Ben çok ısrar etmiştim hatıra olsun çekinelim diye. Öyle sosyal medyada paylaşılabilecek cinsten havalı fotoğraflardan değildi. Ama bana yaşadığımız onca şeyde bazen birbirimizin düşmanı, bazen dostu olduğumuzu ve ne yaparsak yapalım hep birlikte ayağa kalktığımızı hatırlatıyor her seferinde. Kolay değil ve hiçbir zaman kolay olmayacak. Ama yaşamak tüm büyüsünü belki bu zorluklardan alıyor. 

Tüm bu mest halim içinde bana acı bir sızı veren şey ise bunların bir gün biteceğini fark etmem oldu. Geçenlerde tefsir okumamızda bahsetmiştik ölüm üzerine. Ölümün yaşamı kıymetlendiren o şey olduğu, tadımlık bir şey olduğunu, zamanı yönetemeyeceğimizi, değerlendirebileceğimizi ve zamanın sahibinin Allah olduğunu... Bunları işlemiştik zihin ve kalplerimize. Zamanın sahibi olan Allah... Bu kavram bana çok derin geldi. Anılarının manyağı olan biri olarak yine çekildiğimiz fotoğraflarıma bakarken son zamanlarda fark ettiğim, genç kardeşlerimin yanında yüzümün eh az biraz daha soluk çıktığıydı. Göz altlarımda da hafif bir kararma olmuştu sanki. Yaşlanıyordum. Büyüyordum ya da yetişkinleşiyordum. Zaman izlerini bırakarak gidiyordu işte. Ardından o çok sevdiğim Friends dizisi oyuncularının ilk sezondaki hallerine baktım. Son sezonlara gelmiştim. Bariz bir şeyler vardı ortada. Giden ne olmuştu yerine gelen neydi yüzlerinde bilmiyorum. Sanki yer çekimi ve acılar ve olgunluk... İnsanın içini sızlatan bir şeyler oluyordu o zaman. Hani sosyal medyada sabitlediğimiz o tek karelik profil resmimiz var ya. Bizim ölene kadar tek prototipimiz o olacak zanettiğimiz... Değişecek o. Değişiyor o. Biz değişiyoruz. Bir gün yerine daha yaşlandığımız resimler gelecek. Bazen düşünüyorum: Bir hayranı olarak Audrey Hepburn'e o güzel yüz hatlarına hep bakardım Google'dan. Sonra fark ettim ki, hep ikonik birkaç fotoğrafına ve aynı yaştaki haline bakmışım. Audrey 63 yaşında ölmüştü ve ben onu hep o fotoğraftan ibaret zannetmiştim. Neden bize sunulan Audrey o tek kareden ibaretti. Hayatta o bir anlık karedeki gibi kalmıyoruz. Ben hep ömrümde en güzel halimin on yedi yaşımdaki halim olduğunu ve gelecekteki kocamın o zirve yıllarımı kaçırdığını düşünmüşümdür. :) Yani evet değişimle ve zamanla başı dertte olanlardanım. Bazen içinde olduğum anı öylesine kucaklamak istiyorum ki. Geçenlerde Eskişehir'e gittim. Belki bir daha gidemem diye bir güne tüm şehri sığdırmaya çalıştım. Tüm zerresiyle kucaklamak istiyorum yaşadıklarımı. Onlar benim bebeklerim. ...:) 

Biz değişiyoruz dedik. Hayat da değişiyor. Babamın değişen teknolojiye ve bilmediği şeylere karşı korkusunu anlayabiliyorum o zaman. Daha bugün iş arkadaşımla öğrencilerin yapay zekadan faydalanarak topluca kopya çekmesi üzerine daha nelerle karşılaşacağımızdan bahsederek hayıflandık. Ben de gelecekte kendi faturalarımı nasıl ödeyeceğini bilemeyen teyzeler gibi korkacak mıyım? Elimde bir telefon olacak ve onun tüm hayatımı ele geçirmesini kayıtsızca izleyecek miyim acaba? Karmaşık meseleler... Geldiğim nokta ise neyse ki ölüm var. Ya da vah ki ölüm var. Ölüm var öyleyse yaşayalım. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 İlk Adım      Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, kimi zaman yazarlara ulaşmam, onlarla yazışmalarımın uzun zamandır beni sürüklediği bir yol var: Yazmak. Çok şehir değiştirdim. Pek çok farklı sosyal ortamda bulundum. Okullardan okullara, kurslardan kurslara, otobüslerden metrobüslere öylece sürüklenip dururken çok düşünürdüm. Şu anda ise mesleğimi, yaşadığım şehri, arkadaş çevremi değiştirmiş, ailemden uzaklaşmış, yalnız ve yeni bir hayata adım atmışken bir içsel yolculuğa çıkmış olduğumu fark ettim. Bu süreci de yazarak gözlemlemek ve belki de bu şekilde birilerine ulaşmak istiyorum.      Süreç, içimde kaldı dediğim her şeyle başladı. Her nefesin yeni bir hayat bahşettiğini bildiğim bu yirmi yedi yaşıma asılıp kalmak istiyorum bazen. Bisiklet sürdüğüm, deniz kokladığım, bergamotlu çay içtiğim sıralardayım. Papua Gine'de yeni bir hayata başlayan Cambly eğitmenlerim gibi olmasam da bir varoluşsal iç yolculuk mevcut :) Her neyse yolun bir sonu var biliyorum, o beni ne kadar tatmi
 BİRAZ FARKLI MIYIM ACABA? Son zamanlarda o kadar çok genç böyle düşünmeye başlamış ki. 2023'te Google'da en çok aratılan şeyler arasında "Ben farklı mıyım? Ben kimim? Neden sevilmiyorum ?" gibi şeyler olduğunu duyduğumda (Bu Mu Yani? podcast yayınında) işte bu dedim. Gençler sorguluyor ve de sonra bu sorgulamaları sorun mu acaba diye düşünüyor. "Biraz farklı olmanın nesi var ki? Hem özgüven bile kazandırıyor insana", demişti biri. Daha doğrusu bir reçelblog yazısında okumuştum.  Ben de biraz farklıyım ama farklı durmayanlardanım. Gizem severim, kasvet severim. Siyahı beyazdan, yağmuru güneşten çok severim. Çok düşünürüm, hızlı hızlı akıp gider düşünceler kafamdan. Falan filan teyze ve amcaların beni hapsettiği kalıplara benzemiyorum (onlar bunu bilmese de :)). Annem neden her şeye kafa yorduğumu merak eder hep. Bilmem belki bu bir varoluş biçimi. Bu dünyayı, bu düzeni, etiketleri sorgulayan biriyim. Zamanında zihnimi o kadar susturmak istemiştim ki bu yüzde